top of page

TARİHİN EN ÜNLÜ DAVASI NASIL YANLIŞ ANLATILDI?

Milattan önce 399 yılında Antik Yunan Uygarlığı, tarihin bugüne kadar gerçekleşmiş en ünlü davasına tanıklık etti. Batı felsefesinin temel taşlarından biri olan Sokrates’in davasından bahsediyoruz elbette. Öğrencisi Platon tarafından kaleme alınan dava, onlarca dile çevrildi, pek çok kez tartışıldı ve çoğu zaman ifade özgürlüğüne dair söylevlerin ayrılmaz bir parçası, tutuculuğa karşı ise bir ibret oldu. Ancak bahsettiğimiz davanın sebepleri, kulak aşinası olduğumuz anlatıdan çok daha farklıdır. Çünkü bu dava, belki de olayları olduğundan daha romantize etme isteğinden dolayı, suçlamaların altında yatan politik sebepleri ile anlatılmaz. Peki, Sokrates gerçekte neden ölüm cezasına mahkum edilmişti?




Sokrates hakkındaki iddiaları sıra ile inceleyelim. Mahkemede, Sokrates resmi olarak iki şeyden suçlanıyordu: gençleri doğru yoldan ayırmak ve şehrin tanrılarına inanmamak. Ne demekti gençleri doğru yoldan ayırmak? İlk bakışta pek de bir şey ifade etmeyen bu suçlama, aslında Atina'nın çalkantılı siyasi dönemi ile bağlantılıydı. Davanın gerçekleşmesinden birkaç yıl önce M.Ö. 404 yılında Atina, Spartalılar tarafından işgal edilmiş ve bir yıl sürecek olan Otuz Tiran Dönemi başlamıştı. O döneme kadar demokrasi ile yönetilmiş olan Atina, Spartalılar tarafından getirilen oligarşi yönetiminin altına girmişti. İşte 1500 Atinalının öldürüldüğü bu olayda Otuz Tiran’ın başındaki isim olan Kritias ve savaşın ortasında taraf değiştirip Spartalılar ile birlik olan Alkibiadis, Sokrates’in öğrencileriydi. İşgalden bir sene sonra, şehri terk etmiş olan Atinalılar bir ordu ile geri dönüp yönetimi geri alsa da demokrasinin yeniden uygulanmasının üzerinden sadece birkaç sene geçmişti ve siyasi düzen hâlâ tam olarak oturmamıştı.


Yani “gençleri doğru yoldan saptırmak” iddiası, Sokrates’in Atina’ya zararı bulunmuş ve demokrasinin neredeyse sonunu getirmiş bu iki adamın öğretmeni olmasından kaynaklı bir suçlamadır. Platon’un Devlet kitabındaki diyaloglardan anladığımız kadarıyla, Sokrates gerçekten de demokrasi karşıtıydı. Oy vermenin sezgisel bir şey değil, bir kabiliyet olduğunu söylüyor ve her kabiliyette olduğu gibi halka sağlıklı bir şekilde oy vermesini sağlayacak yetkinliklerin öğretilmesi gerektiğine inanıyordu. Rasyonel düşünemeyen bir birey, yönetimin başına kalifiyeli ve en başarılı yöneticileri getiremezdi.


Sokrates bu suçlamaya bir dizi argüman ile cevap verdi. Bunlardan ilki, bildiği tek şeyin hiçbir şey bilmediği olması, bu sebeple de gençlere bir şey öğretmesinin de mümkün olmadığıdır. Bir diğeri, öğrencilerine bilerek kötü şeyler öğretmenin kendisine hiçbir fayda sağlamayacağı, zira çevresinde bulunan öğrencilerinin kötülüklerinden kendisinin de etkileneceği gerçeğidir. Sokrates bilinçli olarak yaptığı bir eylemden kötülük elde edecekse, bunu yapmasında mantıklı bir açıklama bulunamazdı. Şayet gençleri yoldan çıkarmak bilinçsizce yaptığı bir eylem ise cezalandırılmaması gerekirdi. Ancak konuşmasında en önemli bölüm, pazarlarda insanları sorguya çekmesinin ve insanları sorularıyla huzursuz ederek onların aklına şüphe düşürmesinin, tanrı tarafından ona verilmiş bir emir olduğuydu. Tanrı onu devletin başına kendi tabiriyle bir “at sineği” olsun, insanları erdeme ve doğruya yönlendirsin diye yollamıştı. Herkes ona soru sorabilir, yanıt alabilirdi ve bu insanların iyi veya kötü eylemlerinin sonuçlarını Sokrates’e yüklemek haksızlık olurdu. Tanrı ondan bunu yapmasını isterken bu söze kulak vermemek onu bir günahkâr yapardı. Ve kendisini öldürseler bile, tanrı Sokrates gibi insanları yollamaya, bir sonraki insan gelinceye kadar da Atina halkı yalnızca uykusuna devam edecekti.


Sokrates, Otuzlar ile kendisi arasında kurulan bağlantıya da cevap verdi. Otuzlar yönetimi ele geçirdiklerinde, Sokrates’e öldürmek için Salaminli Leon’u getirmesini emretmişlerdi. Amaçları işlenen cinayetlerden olabildiğinde insanı sorumlu tutmaktı. Ancak Sokrates, canı pahasına da olsa bu emre uymamış, evine dönmüştü. Bu noktada Sokrates’in yaptığı savunma sorgulanabilir. Nitekim Sokrates aynı emri alan diğer dört kişiyi ikna etmek için bir çabaya girmemiş veya Leon’u kaçması için gizlice uyarmaya da çalışmamıştı. Sokrates’in burada “erdemli olan şeyi” yapmış olduğu ve Otuzlar’a boyun eğmediği iddiası tartışmaya oldukça açıktır.


Sokrates’e yöneltilen ikinci suçlama, şehrin tanrılarına inanmamaktı. Antik Yunan’da şehrin tanrılarının şehri koruyan güçler olduğu ve bir kişinin bu tanrıları kızdırarak tüm şehre felaket getirebileceği düşünülürdü. Yani o dönemin Atinalıların gözünde Sokrates tekrardan şehrin halkını tehlikeye atıyor ve halka zarar veriyordu. Sokrates bu iddialar karşısında bir ateist olmadığını kanıtlamaya çabaladı. Mesela kafasının içinde ona bir at sineği gibi davranmasını söyleyen tanrıya inanıyordu. Ancak Sokrates’e yöneltilen suçlama onun hiçbir tanrıya inanmadığı değil, şehrin tanrılarına inanmadığıydı. Bu noktada Sokrates büyük ihtimalle mahkemedeki halkın ikisi arasındaki farkı ayırt edememesini umdu. Yine de eğer Sokrates’in tek suçu bu olsaydı, muhtemelen başına hiçbir şey gelmeyecekti. Yani Sokrates’in idamı büyük oranda politikti.


Antik Yunan’da mahkemelerin sonuçları bir hakim tarafından değil, dinleyen vatandaşların oyları ile belirlenirdi. Hatta hitabet ustası olarak görülen sofistlerin bu sebeple Atina’nın yargı sisteminde savunmayı yapmak gibi önemli bir rolü vardı. Sokrates sofistleri ve sofistlerin verdikleri söylevleri fazlasıyla eleştirse de muhtemelen gayet başarılı bir söylev verdi çünkü mahkeme sonunda suçlu olduğunu düşünenler ve düşünmeyenler arasındaki fark yalnızca otuz oydu. Şayet ki Sokrates kendisine suçuna uygun bir ceza önermesi sorulduğunda makul bir cevap verip halkın suyuna giderek para cezasını uygun gördüğünü söyleseydi çok yüksek bir ihtimalle idam edilmekten kurtulacaktı. Hatta bu para cezasını bizzat öğrencileri ödemeyi önermişti. Ancak Sokrates, suçlu olmadığı iddiasını sürdürerek hak ettiği cezanın “ömür boyu yetecek yemek” olduğunu söyleyince salondaki halkı o denli kızdırdı ki idam cezasını hak ettiğini söyleyenlerin sayısı onu suçlu bulan insanların sayısını geçmişti. Belki de Sokrates de mahkemede tam ne yapmak istediğini bilmiyordu. Konuşması boyunca halkı provoke edip ders vermeye ama bir yandan da kendini savunmaya devam etti.


Cezası açıklandığında Sokrates bu cezayı direnmeden kabul etti. Kendi tarafında olan pek çok insanın varlığı ve Antik Yunan hapishanelerinin iyi bir güvenliğe sahip olmadığı gerçeğini düşünürsek imkanı olduğu halde firar etmeyi reddetti. Sokrates’in bir firari olmayı reddetmesinin altında da bir takım felsefi sebepler vardı. Eğer bu cezadan kaçarsa mahkemenin hükmünü geçersiz kılacak ve adalete olan güveni zedeleyecekti. Ayrıca öbür tarafta ne olduğunu kimse bilemez diyordu. Eğer sonsuz bir uykuysa olacak olan, bu iyi bir şeydi. Eğer pek çoklarının dediği gibi öteki hayat varsa bu da iyi bir şey olacaktı. Sonuç olarak onu haksız şekilde suçlayanların, yaptıkları kötülüğü hayatları boyunca taşımaya mahkum kalarak daha kötü bir şekilde cezalandırıldığını söyledi. En sonunda, baldıran zehiri içmesi ile biten bu savunma Sokrates’in şu sözüyle son buldu:

“Artık ayrılık zamanı geldi, yolumuza gidelim; ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisi daha iyi? Bunu tanrıdan başka kimse bilemez.






Kaynakça:


Platon, Sokrates’in Savunması, Çev. Niyazi Berkes, Cumhuriyet Yayınları, Haziran 1998


Comments


Başa dön

bottom of page